Yaşamak, her ne olursa olsun direnmekti ve ülkemizin gençleri görkemli bir direniş sergiliyorlardı. Öyle sanıldığı gibi kandırılmış filanda değillerdi. Gayet akıllı ve bilinçliydiler. “Yaptığımız her ne ise biz istediğimiz için yaptık” havasındaydılar ve bunda da haklıydılar.
“Adalat Mülkün Temelidir.” Yazısı altında duruşma başladı. Bende hiç değilse bu gün adalet yerini bulsun diye içimi çekiyordum salondaki birçok insan gibi. Yedi aydır ikinci duruşmaydı... Yargılanan gençler öyle hayat dolu ve başarılıydılar ki onların hayatının çalınmasına, eğitimlerinin yarım kalmasına gönlüm razı olmuyordu. Ve bu yaşta dünya meselelerini dert edinmeleri ayrıca sevindiriciydi benim için. İdeolojisiz insanı her zaman kayıp, adressiz mektuba benzetirim. Nereye gideceğini bilemeyen...
Edi Bese”
“Anadilde Eğitim”
mitinglerine katılmışlar bu gençler... Eee, gerçekten de “edi bese” değil mi yani? Daha ne kadar dayanacağız bu yalanlara? Kana, gözyaşına, ölümlere, bu korkunç kaosa daha ne kadar dayanacak bu ülke insanı? Gençler, gençliğini doyasıya yaşamak istiyorlar haklı olarak ve “edi bese” deme hakkını buluyorlar kendilerinde. Ana dilde eğitim ise devletin gündeminde olduğu halde bu öğrencileri siz anadilde eğitim istiyoruz diye slogan attınız deyip cezaevine tıkmak hangi mantığın ürünüdür? Bunlar zaten o çokça dillendirdikleri “Kürt Açılımı”dosyasında zaten varolan talepler. Devlet kendisiyle çelişiyor her alanda.
Yasal olan bir kaç gazete ve derginin satışını yapmışlar, telefonla konsere gidelim mitinge gidelim demişler vs vs... diye uzayıp gidiyordu iddianame.
Bu yazıyı yazmazdım ODTÜ li gençlerin davasını izlemeseydim. Dava boyunca az kalsın sinirden yığılıp kalacaktım salona. Tıpkı nöbetçi erin balmumu gibi sararıp yığılıp kalıvermesi gibi. Erin yığılıp kalmasının nedenini bilmiyorum, açlıktan mı, sinirden mi, hastalıktan mıydı acaba? Eri apar topar dışarı çıkardılar hava alması için. Ne bir ambulans, ne bir sağlık ekibinin olmamasıda düşündürücüydü. Şunu da belirtmeliyim ki sevcı ve hakimler beş on yıl öncesinin savcı ve hakimleri gibi değildi. Sinirlenip bağırıp çağırmıyorlar, ne tutukluları ne de avukatları susturmuyorlardı. Hatta gençlere yardımcı olur gibi bir halleri bile vardı bence.
Nihayet beklenen karar açıklandı. Sevinç ve keder aynı anda yaşandı. Aynı davadan yargılandıkları halde bazılarının tutuklu yargılanmasına karar verilirken bazılarıda serbest bırakıldı. Serbest kalanların ailelerinin sevinç çığlıkları, gözyaşları görülmeye değerdi. Asıl görülmeye değer şeylerden biri de serbest bırakılmayanlar için atılan sloganlardı. Gerçekten gençlerde korku namına bir duygu yok. Adliyenin önünde, “Berxwedan Jiyane” diye slogan atıyorlardı. Herşeye rağmen direniş!
Direnmek yaşamaktır diyorlardı ring aracına bindirilen arkadaşlarına.
Bizim de Rozan’ımız tutukluydu yedi aydır. Tutuklu tek kadın Rozan’dı ve Rozan daha ondokuz yaşındaydı. O kadın filan değildi, o çocuktu daha... Bilmiyorum bu tutukluluk süreci Rozan’ın ruhunda nasıl fırtınalar yarattı, ama cezaevinin kapısından çıktığında geceydi. Rozan’ın gözleri gündüz gibi parlıyordu... Küçücük, ufacıktı Rozan, ama hayat onu hızla büyütüyordu. Hoş geldin Rozan!
Eve gelirken ise hep düşündüm; Türkiye ne zaman aydınlanacak?
Türkiye’nin en temel sorununun demokrasi olduğu biliniyor. Anayasanın değişmediği sürecede de hiç bir şeyin değişmeyeceğine olan yaygın bir inanç var. Hatta anayasa değişse bile zihniyetlerin değişmeyeceği ve anayasa değişikliğinin kağıt üzerinde kalacağı konusuda da sanki fikir birliğine varmışlar.
Açıkçası Türkiye’de ne yapılırsa yapılsın kuşkuyla yaklaşıyor insanlar. Ve hiç bir şeyin değişmeyeceğine inandırmışlar kendilerini. Bunun için de çok haklı nedenleri var çünkü. Geriye baktığımızda tarih boyunca bu böyle olmuş hep, “değişim” dedikleri hiçbir yasal düzenlemenin pratik yansımasının olmaması samut olarak hayata geçmemesi insanlarda hayal kırıklığı ve devlete olan inancı her defasında sarsmış, adeta yok etmiş.
Son zamanlarda ise hükümetin peşpeşe yaptığı açılımlar “ belki” diye sevindirdi hepimizi ama bu açılımların içinin boş olduğu kısa sürede anlaşıldı. Böyle bir hükümet olabilir mi? Halkını kandıran, oyalayan, her bir bireyi hiçe sayan...
Sözgelimi, 12 Eylülden sonra çok şeyin değiştiği söyleniyor.
Kimin için ve ne değişti? 12Eylülde üç ay- altı aya varan gözaltılar olduğu, amansız işkenceler ve ölümler olduğu doğrudur, biliniyor. Günümüzde de aynı değilmi, gözaltı süresi isteğe bağlı olarak uzayabilir. Gözaltından cezaevine giden tutsaklar ilk davaya çıkabilmek için en az altı yedi ay gibi bir zaman sürecini cezaevinde geçirmiyormu? Ölüm cezası kalktı deniyor, kağıt üzerinde kalktı elbette ama gözaltında, cezaevinde ölümler de bir tür ölüm cezası değil midir?
Düşünce özgürlüğü deniyor; ama insanlar hala düşüncelerinden dolayı yargılan mıyor mu? Düşünce özgürlüğü anlayışımız ne kadar farklı... Onlar gibi düşünmezsen yine suç. Bizi zararlı akımlara karşı korumak, bizim ne düşüneceğimize karar vermek devletin görevi midir? Bizim adımıza doğru- yanlış seçimi yapmak ne zamandır devletin görevi oldu? Her zaman bu böyleydi dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız. Onlar işini yapıyor, bizde işimizi yapmaya devam edeceğiz.
Yaşamak direnmektir.
Cennet Bilek