-Hasan ağabey hayırlı olsun dördüncü kitabınız çıktı. Bizi sevindiriyorsun Kürt edebiyatına büyük katkılar sunuyorsunuz. Sizinle gururlanıyoruz. Geçenlerde bir arkadaşla seni konuştuk. Senin için Orta Anadolunun Mir Celalddin Bedirxani dedi.
-Doğru mu?
-Ben o büyük insanlar olamam. Onlar Kürt edebiyatına ve kulturune her şeylerini feda ettiler.
-Beni o kategoriye koyduğunuz içinde Sağ olun. Bunu siz de duymam benim için bir şereftir. Tarih bir gün beni anacak.
-Önce Hasan Akbal kimdir onu tanıyalım.
-Ben 1952 de Omeranlı kasabasında doğdum. Bben doğduğum da devlet Omara köyünün adını Tavşançalı ile değiştirdi. Belki de benim doğumum köye hayırlı gelmedi. Onun için böyle isyanci çıktım. Peki bizim köyümüzün ismi nerde geliyor. Biliyormusun?
-Eskisini mi yoksa yenisini mi?
-Her ikisini de.
-Rışvan/Reşiya aşireti büyük bir aşıreti. Bu aşiret 12 kardeşten ibareti. Bunların babaları bir anaları ayrı idi. Yani söylentilere göre Reşiya aşiret reisi 12 karısı varmış.Her birinde bir oğlu olmuş, her oğul bir aşiretin başına geçmiş.
Örneğin: Omeri, Omeri büye, Nasıri Nasırli büye, Mıli Mılki büye, Bıli Bılki büye, Xeli Xelki büye, Sevi Sevki büye, Aşıret reisleri genelikle köyleri ile tanılıyordu. Kendi adlarını köylerine verirlerdi. Vermişler. Birde GAWESTIYA lar varmış. Bu Orta Andolu da yaşıyan hepsine deniliyor. Aşiretler arası husamet ve çekememzlilker den dolayı, konar göçerler birbirlerinde kopmuşlar ya da kopulmak istemişler. “Hûn li kederê man lo?! Gawe me westîyan. Em ji goç u eşireta xwe bûn.” “Gawestiya Gagura, Ga wenda,”
Tavşançalı: 1950 ler de askerler kışın gelip buralarda tavşan avalarlarmış. Çok tavşan öldürdüklerinden olsa gereke, tavşan akılarında kalmış. O güzel Omeranlı köyünü ve aşiretini Tavşançalı yapmışlar. Ben buna ismim gibi inanıyorum ki bir gün biri Tavşançalı da kalkıp gidip o güzel Omeranlı yı tekrar alır köyün girişine koyar. Rahmetlik nenem Ala Bostane çok üzülüyordu. Oğlum nerden geldi bu Tavşan, derdi. Nerede geldi bu pazar, pazartesi, Salı, dilim dönmüyor bunlara. Biz şemi, yekşemi ü duşemi, seşemi biliyorduk. Acaba ben ihtiyarlandım da ondan mı? Oldu.
İlk okulu Omeranlı da okudum. Türkçeyi çok zor öğrendim. Tahmin edersem dördüncü sınıfta öğerendim. O yüzden hep okuldan kaçardım. Okulumuzda bir çok ajan vardı. Biz tenefüslerde, dışarda Kürtçe konuştuğumuzda hemen öğretmene haber verirlerdi, Kürtçe konuşan herkesi öğretmene şikayet ederlerdi. Öğretmende elinde ne varsa onunla elimize bütün gücüyle vururdu. Elimizin acısı saatler sürerdi. Bazen da cebindeki anahtarla kafamıza vurup kafamızı delerdi, o en kötüsüydü. Ben o acıyı çok gördüm. Berbere gittiğim de utanırımdım. Çünkü kafamda kırk yara vardı. Bazen de para cezası verirlerdi. Paramız olmadığında paranın yerine tezek götürürdük. Bu vesileyle öğretmen hem aşımızla hem de tezeklerimizle ortak olurdu. Öğretmene öğle yemeklerini köylüler verirdi. Annem de bana kızardı oğlum başımızda tezek koymadın. Biz zaten bu boku para ile alıyoruz. Anne derdim sen tezekleri vermesen öğretmen beni döver derdim, ya da anahtarla kafamı deler derdim. İşte ana yüreği dayanmazdı. Götür oğlum götür. Aman yeter ki seni dövmesin.
Bir gün Öğretmen bizim evin önünde geçiyordu, annem hemen önünü çevirdi ve sordu .
-Kurban olayım Hasan her gün bir iki tezek götürüyor. Başımızda tezek koymadı. Bu ne haldır.
-Rabıa anna, Rabıa ana, o güzel dilimiz Türkçeyi öğrensin. Kürtçe neye yarar. Yarın benim gibi öğretmen olur. Doktor olur. Kürtçe hiçbir şeye yaramaz.
-He kurban olayım doğru söylüyorsun. Bende onu tembih ederim Türkçe konuşsun.
Orta okulu Gölbaşında okudum. Liseyi Konya Gazi Lisesinde okudum. Diyabekır Eğtim Enstitüsünü kazandım gitmedim.
Diyarbekırla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. Diyarbakıra kayid yapmak için gittim. Orada herkes Diyarbakıra ‘Amed’ diyordu. Niye Diyarbakıra Amed diyorsunuz? Dedim. Hasan kardaş eski ismi Amed idi. Devlet 1950 ler de ismini değiştirdi.
Dedim devlet bizim köyün ismini de değiştirdi. Yanımdaki arkadaş derin bir nefes çekti. Neyimizi değiştirmediler ki! Dilimizi serbest konuşmıyoruz, kulturumuz talan edildi, törelerimiz çaput oldu. Dışarıya kız verdik kız aldık. Zorla sürgün edildik. Zindanlarda ettimiz koktu. Akşam oldu bir arkada bana gelip hazırlan Hüseyin arkadaşın evine gideceğiz orada Şıvan Perewer ın kasetini dinliyeceğiz. Şıvani dinledim. O gece hiç uyumadım. Sesi kulaklarım da çıkmadı. Kaseti kopyaladım kendimle köye getirdim. Onu her gün dinledim ve geceleri arkadaşlara dinletirirdim.
Diyarbakırda fazla kalmadım. 1978 de Danimarka ya okumak için geldim. Danimarka da da fazla kalmadık. Bizim hain ve ajanlar burada da karşımıza çıktılar. Sakın bunlara oturma vermeyin. Arkasında binlerce kürt gelir. Onlar da korktuklarında dolayı bizi sınır dışı ettiler. 1978 de İsveçe geçtik. İsveç te oturma izni aldık.
Artık İsveç te oturum sahibi olduk. Değerimiz kırk kat daha artı. Kimin kızını istersek, o hayır demezl. Askerlikten dolayı ben Türkiye gelemiyordum.
Bir gün evde bir mektup aldık. Oğlum senin oturman var seni artık evlendirmemiz lazım. İçine de bir iki kızın ismini koymuşlar. Bir eve de düğürcü olarak gitmişler işimiz olmamış. Yakın köyümüzde bir dostumuzun evine gitmişler. Onlarda Allah razi olsun bir dediklerini iki etmemişler. Gelen mektupta 15-20 gün sonra bir mektup daha aldım. Oğlum seni falancanın kızı, babayın asker arkadaşı kızı ile nişanlandırdık. Kız çok iyi namuslu bir ailenin çocuğu. 1981 de bana ısmarlama bir kadın gönderdiler. Gariban bir kadındı. O ısmarlama kadında bir kızım ve bir de oğlum oldu . Kızım Berivan İsveç te Hukuk Fakültesini bitirdi. Şimdi bir devlet dairesinde avukat olarak çalışıyor, oğlum Aram da bir ambarda işçi olarak çalışıyor.
1988 de evliliğimiz yürümedi mecburi kaldım ayrıldım.
Sonra Ayşe Sarı aslanla ile evlendim. Ayşe den 4 çocuğum oldu. Figen, Delal, Şilan ve Mir Bedirhan oldu. Figen Eczacılık Fakültesinde okuyor.
İsveçe, İnglizce, Kürtçe, 12 yaşında öğrendiğim Türkçeyi biliyorum.
-Peki Kürtçeyi nasıl öğrendin?
-O da ayrı hikaye. Ben Tren istasyonunda bilet satış memurluğu yapıyordum, onun için çok boş zamanım vardı. Zamanımı hep okumakla geçiriyordum.
Bir gün bir kulu lu hemşerimiz önümde geçiyordu. Bana sordu ne yapıyorsun dedi. Bene bir alfabe bulmuştum. Ondan Kürtçe öğreniyordum.
-Gözlerimin içine bakarak. Sen Kürtçe bilmiyormusun?!
-Yok dedim. Sen yalancı ve sahtekarsın. Kürtçeyi bilmiyorsun, Orada burada ben Kürdüm diyorsun ve Kürtlüğü savunuyorsun ha! Kim inanır böyle yalana?
Ben o günde sonra Kürtçe öğrenmeye çalıştım. Rahmetli Mehmet Uzunun kitaplarını hem okudum ve hem de yazdım. Sonra elime Destane Meme Alan geçti. O destan hem Kürtçe hem de Türkçe idi. O destan beni o kadar çok etkiledi ki 12 saat aralıksız yerimde kalkmadan okudum. Ben o destanı rahmetlik annem Babamda çok dinlerdim. O destanı okuduktan sonra Kürt oldum. Mem ü Zini, Ehmede Xaneyi okudum Kürt edebiyatına aşık oldum. Sonra Kürt ezgilerini okudum ve topladım. Bazen yolda giderken kendi kendime kürt ezgilerini okuyordum. Bütün zamanımı ona vermiştim.
1998 de ilk ezgi kitabım çıktı. İçinde 630 ezgi vardı. Arkadaşlar benim bu işe devam etmemi istediler. Benim güzel iş yaptığımı söylediler.
Bende hiç ara vermeden devam ettim.
2009 da iki cildlik 1600 ezgi-stran-kılam, 30 destan ve 40 tane dengbejin otobiyografisini hazırladım 2009.08.01 de Stockholm da yayınladı. Bu çalışmamdan dolayı yüzlerce teşekkür ve aşarı mektubu aldım. Şu anda İsveç in bütün Kütüphanelerinde bu kitaplar var. İsveç Okular da Folklor ders kitabi olarak okunuyor.
A dan L ye kadar 800 kılam K den Z ye kadar 800 kılam