Ben Ömerhanlı’ya geldiğimde galiba askerdeydi. Birkaç ay sonra, terhis edilmiş geldi, tanıştık. Üzerimde bıraktığı ilk izlenim insanın elini canını çıkaracak gibi sıkmasıydı. Bu gücünü sonra gelen yıllarda da benim üzerimde sık sık denedi. Ne zaman bir araya gelmiş olsak, eşim Hayruş’a “Bu adamdan memnun musun?” diye sordu.
Ve daha yanıtını almadan elimi öyle bir sıktı ki, ben birbirine yapışan parmaklarımı ayırabilmek için üç gün çalıştım. Fazla mı abarttım? Eşi Güzel Güzel kardeşim sürekli beni kurtarmaya çalıştı. Adını yanlışlıkla iki kez yazdım sanmayın. Oncağızın adı soyadı bu.
Yusuf Güzel, Ali Erdoğan ve Ömer Koyuncu... Köy içinde üçlü dolaşırlardı. Üçü de edepli, evli barklı, hatta çoluk çocuk sahibi idiler. Yoksul da değillerdi. Ali Erdoğan’ın babasının pek çok tarlası vardı. Dünden bu güne en büyük şansım üçünün de bugün yaşıyor olmaları.
Üçlü dolaşırlardı, dedim ya... o yıllarda bir akşam evimde yalnızım. Eşim iki günlüğüne Cihanbeyli’nin bir köyüne konuk gitmiş. Bu üçlü evime çıka geldi. Köyde henüz yeniyim. Kürtçeyi anlamıyorum. Aralarında “çata pata küte” bir şeyler konuşuyorlar, huylandım.
“Şimdi sana karnımız aç desek, çıkaracak bir şeyin yoktur,” dediler.
“Elbette yok,” dedim. “Sizin evleri sel mi götürdü. Getirseydiniz, ben de sebeplenirdim.”
İşte, bana bunu söyletmek için çabalıyorlarmış. Aralarında yine bir iki laf ettiler. Sonra ikisi kalkıp gitti. Ve yarım saat içinde geri geldiler. Birinin omzunda bir kuzu vardı. Şaşırdım, “Bu ne?” dedim. “Kuzuuuuu..” dediler. “İyi de nereden?” “Hoppala, sanki çaldık mı?”
Hemen leğen içinde kuzuyu kestiler, biçtiler, pişirdiler. Yarısını yedik.. Yarısını tel dolabımıza kaldırdık. O zamanda buzdolabı yok. Hayruş gelince kavurma yapar.. Bir iki gün daha yeriz. Köyde kasap yok, her zaman et bulmak kolay değil..
Kuzunun kokusu kırk yıl sonra çıktı. Benim bu candan arkadaşlarım, yaşlarını başlarını alıp da hacı olmak üzere kutsal topraklara gideceklerinde köyden birinin kapısını aşındırmaya başlamışlar. İlkin bu gidip gelmelerin niçin olduğunu hemen hemen kimse bilmiyormuş.
Sonra sonra köy içinde yayılmış ki, bu hacı adayları kırk yıl önce bir kusur işlemiş. Adamcağızın bir kuzusunu... Ben bunu işitince “İyi ama o kuzuyu birlikte yedik,” dedim. Ömerhanlı’da böyle bir gelenek var. Kişi hacca giderken eski kusurlarından dolayı “helallık” alacak. Kendisinden helallık istenen de epey nazlandıktan sonra razı olacak..
Öyle kavga gürültü olmaz. Bir kuzu için değil, sürü için bile köy gençlerinin kalbi kırılmaz.
Yusuf Güzel de, Ali Erdoğan’da, Ömer Koyuncu da şimdi köyün ihtiyarlarından.. Yusuf Güzel Danimarka’dan, Ali Erdoğan Almanya’dan emekli.. Kesin dönüşle Türkiye’deler. Ömer Koyuncu da köyün zenginlerinden. Birkaç yıl öncesine kadar sürüyle koyunları vardı.
Her yaz Türkiye’ye gittiğimde köye uğrarım. Şunu iddia edebilir miyim, bilemiyorum.. “Türkiye’de öğretmen olarak çalıştığı köyden ayrılışından elli yıl sonra bile, bu köyden ayağını kesmeyen bir başka öğretmen bulunmaz,” desem..
Onlar beni unutmadılar, ben ve çocuklarım onları unutmadık..
Yıllar önce burada kalabilmek üzere Danimarka’ya geldiğimde Yusuf Güzel beni evinde üç ay boyunca konuk etti. Bunun ne demek olduğunu ancak yurt dışında bizim durumumuzda bulunanlar anlar. Evde çocukları var, gelini var.. Torunları var.. Bir de ben varım. Ve tam tamına üç ay.. Ömerhanlı’dan bir başka dostumla anlaştım, onun evine geçecektim.
Yusuf Güzel bırakmadı. “Bir başkasına gidersen karışmam, ama bizim köylü birine seni bırakmam,” dedi. İşitenler “Konuğunu yeterince ağırlamadı,” derlermiş. Canım arkadaşım Yusuf Güzel.. Sen ne kadar iyisin, sen ne kadar düşüncelisin.
Günümüzden elli beş yıl önce ben köydeyken kendisine rahatsızlık verirdim. Nasıl mı? O kahvede otururken kasketini kafama koyup kaçardım. Başı açık halde dışarı çıkamayacağı için beni kovalayamazdı. Ben şapkayı getirmedikçe de kafasını dışarı çıkaramazdı.
Benim Anadolu’mda bir kesim şapka takmak zorunda bırakıldığında ayağa kalkmış ama, o kalkışmadan sadece otuz yıl sonra bir kısım insanım da başında kasketi olmadan sokağa çıkamıyor. Evet, sevgili Yusuf Güzel beni bağışla... Ve sana binlerce teşekkür..
Çok ekmeğini yedim, suyunu içtim, helal et. Bir de şu kuzunun sahibi kim ise onu bana bildir, adamdan ben de helallık alayım. Ve biliyor musun, o kuzu o akşam bize ne kadar tatlı gelmişti.. Hele Hayruş, bir yandan “Ben asla haram yemem,” diyor.. Bir yandan da kuzunun löp löp olmuş etini nasıl yutuyor, yutuyordu.. Sahi, Hayruş’a karşı işlediğimiz günahın altından nasıl kalkacağız?
Zeynel Kozanoglu
haberhurriyeti