Geçen yüzyılın ortasında, bir başka deyişle günümüzden elli altı yıl önce Konya / Kulu’nun Ömerhanlı’sında ben öğretmendim. Şimdilerde koskoca bir kasaba olan bu köy azmanından günümüze bende kalan izlenimler var, unutamadığım kişiler var. Bunlardan biri Fatma Aktaş’tı..
Onu “Fato Beke” diye anmazsanız kimse tanımazdı. “Bekir’in Fatması” demekti bu. Kayseri’de Pazarören Köy Enstitüsü’nde okuyormuş. Köyün yakışıklı delikanlısı Yakup Aktaş, akraba’dan Bekir Amca’nın eli yüzü düzgün temiz bir kızı olduğunu öğrenince soluğu Kayseri’de almış.
Fatma Abla’nın gönlünü çelinceye kadar yakasını bırakmamış. Sonra da akşamlardan bir akşam köyün havasını koklamak üzere yarının öğretmeni Fatma Abla’yı köye getirmiş. Getiriş o getiriş.. Ben köye öğretmen olarak geldiğimde Fatma Abla tıpkı Karadenizlilerin Türkçeyi konuştuğu tatlılıkta öğrenebildiği Kürtçesiyle ve seçkin kişiliğiyle tatlılardan tatlı, temizlerden temiz bir genç bayandı. İki de çocuk anasıydı.
Benim Hayruş’la kısa zamanda kaynaşıp anlaşmışlardı. Yakup Ağabey Karayollarında Bakımevinin bekçisi olarak çalışırdı. Onu ayrıca anlatacağım. Fatma Abla’yı gölgeye itmeyelim. Peki, Fato Beke’yi unutulmaz kılan neydi?
Şimdi dilimin döndüğü kadar bunu anlatmaya çalışayım.
Fatma abla köyün her şeyi idi. Doktoruydu, hemşiresiydi. Köyde bir kadının söküğü, dikişi olsa Fatma Abla naz etmeden, niyaz bilmeden insanların hizmetinde olurdu. Akşamları uzak yakın komşular onun evinde toplanırdı.
1950 li yıllarda insanımız din iman konusunda henüz bugünkü kadar kendinden geçmiş değildi. Dinini yaşadığı kadar insanlığını da yaşarlardı. Öyle “yukarı baktın günah,” kapıda göründün günah” gibi dar kalıplar henüz köyün üstüne karabasan gibi oturmamıştı.
Köyden bir kadın Konya’ya doktora götürülmüş. Doktor “Şu kadar iğne vurunacaksın,” demiş. Kimse kuşkuya düşmüyor. Köyde Fato Beke var. Bir evde bebek var, hiç durmadan ağlıyor. Fato Beke var. Gebeliği ilerlemiş kadının yardımcısı Fato Beke.
Askerdeki delikanlıya köydeki eşinden, ya da sevdiğinden mektubu kim yazacak? Hatta büyüklü küçüklü kızların saçları kırk elli örgü halinde kime ördürülecek? İki bini aşkın nüfuslu köyde herkesin dert ortağıydı. Bir de oturduğu evi haftada on günde bir badana etmesiyle ünlüydü Fatma abla.. Yorulmazdı, yılmazdı. Hayat doluydu.
Fatma abla bizim her şeyimizdi. Ona şakalar da yapardık. Hayruş’la benim üzerimde çok emeği vardı. Ben köyden ayrıldım. Ama köyle bağımı koparmadım. Kolaylıkla iddia edebilirim ki, Türkiye’de benden başka bir öğretmen eskisi daha yoktur ki, 1958 yılında ayrıldığı köy ile bağını günümüzde de sürdürüyor olsun.
Ömerhanlı benim köyüm. Ben Ömerhanlı’da kendi köyümden daha sıcak kabul görüyorum.
Yıllar geçti. Fatma abla acılar yaşadı. Sonra yolumuz Kopenhag’ta yine kesişti. Yakup ağabey artık yoktu. Bir oğlu Ali’yi de trafikte yitirmişti. İki oğlu Bahattin ile Celalettin Kopenhag’ta oturuyorlar. Durumları iyi. Annelerini yanlarına almışlardı. Fatma abla rahattı.. Ama sağlığı iyi değildi. Dizlerinden sorunu vardı.
Fatma abla hacca gitti. Büyük oğlu Bahattin ve eşi, kendileri için saçını süpürge eden bu eşsiz anayı hacca götürdüler. Orada Fatma abla krallar gibi ağırlanarak üzerine düşen görevleri yerine getirmiş olmanın mutluluğunu yaşadı.
Şimdilerde Fatma abla da aramızda değil. Şairin “Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden..” dediği yerde, Yakup Çavuş’unun yanında bulunuyor. İnşallah şair doğru söylemiştir. İnşallah Fatma abla yerinden memnundur.
Nur içinde yatsınlar. Buradan Celalettin’e, Bahattin’e ve Aktaş ailesinin küçüğünden büyüğüne hepsine sevgiler. Çocuklar! Unutmayın ki, bir zamanlar biz rahmetli Fato Beke ile ve de rahmetli Yakup Aktaş ile aynı aileden gibiydik..
ZEYNEL KOZANOĞLU-haberhurriyeti.com'dan alintidir
Bende Fate male beke yi bizim köylu bilirdim, hic kimseyi ayirt etmeden yardim ederdi, iste bizlere böyle, insana sadece insan oldugu icin yaklasan, yuregi sevgi dolu insanlar lazim. Huzur icinde yat.