Bir gazetenin (medya grubunun) var olması kime veya kimlere bağlıdır?
Bir liste yapsanız birinci sıraya kimi yerleştirirsiniz? Benim listemin birinci sırasına her zaman sahiplik oturur.
Arkasından işini şevkle, tutkuyla, bilgiyle ve analizle yapan gazeteciler gelir, pazarlama, ürünün kalitesi gibi faktörleri peş peşe listeye ekleyebiliriz.
Köşe yazarlarını ise gazeteyi var edenler listesinin son sırasına koyarım açıkçası...
Önemsiz oldukları için değil, önemlerinin mecranın var oluşuna katkılarının sanılandan az olduğuna işaret etmek için bu tespiti yapıyorum. Okuduğunuz gazete buna örnektir.
Habertürk hazırlanırken kimlerin köşe yazarı olacağı merakla bekleniyordu. Hatta yayın hayatına başladığımızda köşe yazarları (ben de dahil elbette) zayıf görünüyordu.
Bir sohbet sırasında Turgay Ciner’e endişemi ilettim. Hatta Emin Çölaşan’ı (birçok kişi gibi) önerdim. Ciddi bir okur profili olduğunu söyledim. Verdiği yanıt ilginçti. Aynen şöyle demişti: “Ben yazara bağımlı bir gazete yaratmak istemiyorum. Bunu tercih edenlerin saplandığı çukuru görmüyor musunuz? Gazetemde elbette yazar olacak. Ama önce yazara bağımlı olmayan, gazeteyi sevecek bir okur yaratmalıyız. Bunun için gerekli olan yazar değil, iyi gazetecilerdir. Bunun tersi, yazara bağımlı bir gazete ve patron yaratmaktır. Kendi yazarlarımız bize yeter. Önce var olalım, sonra bu gerçeği kabullenmiş yazarlarla kadromuzu zenginleştiririz.’’
Bu anlayış Habertürk yazarlarının “Ben gidersem haliniz ne olur’’ egosuna tutulmasını engelledi. Yazarlıkla var olanları terbiye etti. Onları patrona bağımlı kılmadı elbette ama yazarı “benim okurum” demek yerine bu gazetenin okuru demek zorunda bıraktı.
*
Milliyet ve Vatan gazetelerinde yaşanan kaos da listemin doğruluğuna işarettir. Bu gazeteler Demirören ve Karacan ortaklığına geçtikten sonra kan kaybı hızlanarak devam ediyor. Üstelik kendi köşe yazarlarının diline düşen bir sahiplik zafiyeti yaşanıyor. Anladığım, yazarlar ve yayın yönetmenleri Karacan Grubu’nu başlarında görmek istemiyor.
İki ortak arasındaki anlaşmazlıklar mahkemelik olunca gazetelerin yönetimi kayyuma devredilmişti. Ortaklar arasında neler olduğunu analiz edecek kadar bilgiye sahip değilim. Vatan Gazetesi’nden Ercan İnan’ ın yazdıklarına göre gazetelerin satın alınması sırasında Demirören Grubu 54 milyon TL, Karacan Grubu ise 2.5 milyon TL kaynak aktarmış. Karacan, sermaye taahhüdünü (10 milyon TL) yerine getirmemiş. Gazeteciler daha çok parası olanı mı istiyor, yoksa işi devam ettirmek için sermaye gücü olmayanı mı beğenmiyor anlamadım...
Anladığım şudur: Gazeteciler ve yazarları, var olan patronlardan birini ister hale gelmişse işler çukura batmış demektir!
Yani patron ya da hissedarlık sağlam değilse, tartışılmaya başlanmışsa istediğiniz kadar gazetecilik yapın o mecranın dikiş tutması mümkün değildir.
Sonuç olarak, tutarlı, okurunu mutlu eden medya kuruluşu yaratmanın ve sürdürülebilir olmasının birinci koşulu tartışılmaz ve güvenilir sahiplikten geçiyor.
Elbette patronları kendine bağımlı eden gazeteciler gibi patronlarına bağımlı gazeteciler de bu mesleğin dengesini bozuyor.