Bir kitabın adıydı, yok yahu Marx’ın Komünist Manifestosu’ndaydı” diye çekiştirip sündürmenin manası yok. Denmiş işte zamanında. “Katı olan her şey buharlaşıyor.” Tamamı şöyledir: “Temel ve kalıcı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey lekeleniyor ve insanlar en sonunda hayattaki yerlerini, karşılıklı ilişkilerini ayık gözlerle görmeye zorlanıyorlar.
Elif KEY
” İnsan “Alıp baştacı edilen Leyla ile Mecnun dizisinin bizi getirdiği son nokta bu mudur” diye kendine sormadan edemiyor. Lakin belki de, sinyaller veriliyordu da seyirciler fark etmemişti ya da ağaca bakarken orman gözden kaçtı. TRT1’de uzunca bir zaman kendi halinde takılan dizinin aniden popülerleşmesinin ardından setten gelen istifa haberi (Mecnun’un annesi rolündeki Asuman Dabak diziden ayrıldı), tekme tokat sesleri (Dizinin Leyla’sı ve Arda’sı rol icabı değil de gerçek hayatta birbirine girdi) ve en nihayetinde yapımcıların “Üç oyuncunun da işine son verilmiştir” açıklaması dizinin karizmasını biraz çizdi. (Ama belki de reytingini artırır!)
VURDU VE GOL OLDU
Dizinin mucizesinin baş mimarı olarak görülen Burak Aksak, genç bir arkadaş. Besbelli kaleyi boş gördü, vurdu ve gol oldu. Annesi babası salonda çaylarını yudumlayıp Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü gibi romanlardan uyarlama sündürülmüş dramalara bakarken, Çocuklar Duymasın gibi rutubetli mizaha karnı tok olanları ilk o keşfetti. Söylediğine göre kendisine bu senaryoyu parasızlık yazdırmıştı. Gerçi TRT kapısını “Ramazan Güzeldir” dizisiyle aralamış olsa da bu senaryosu için Onur Ünlü’yü buldu, kadro kuruldu, TRT’den onay geldi. Aksak’ın İstanbul Samatya’dan Gümüşsuyu’na taşınması da artık parasız günlerinin sona erdiğinin kanıtıdır. Rol dağıtımında Mecnun Ali Akay’ın ellerine teslim edildi, nitekim o konservatuvardaki arkadaşları tarafından “Wunderkind” (mucize çocuk) olarak tanımlanan bir isimdi. Ahmet Mümtaz Taylan, Serdar Keskin, Köksal Engür forvette yeraldı; Ezgi Asaroğlu, Beste Bereket gibi isimler zaten Onur Ünlü’nün daha evvel de birlikte çalıştığı isimlerdi. Leyla ile Mecnun bir kavuşamama hikâyesiydi elbette ama Aksak bunu yan karakterlerle destekleyerek bir kaybedenler komedisine dönüştürdü. Bir cemaat gibi hareket eden, ancak cemaat fikrini kesinlikle reddeden bu ekip, zoru başarıyordu.
ACİL FORMÜL LAZIM
TRT reyting ölçümlemesine girmediğinden dizinin gerçek reytingi hiçbir zaman bilinmedi. Kimbilir belki de 75 milyonluk ülkede Leyla ile Mecnun’u 100 bin, ama sesi çok çıkan bir 100 bin kişi seyrediyor. Dizideki geçerli espri anlayışı, alkolü üzümle, sigarayı sakızla anlatmak olunca TRT koşullarında muhafazakâr entelektüelliğin, aynı mürekkepten mizahın da kırmızı çizgileri çiziliyordu. Aksak “Küfretmiyorum da damacana diyorum” derken, neden daha cesur davranmadığını, senaryoda gerektiği noktada neden küfrü basmadığını açıklamadı. Oysa nasılsa “bip” vardı. Temenni edilen aslında, Türk mizahının Levent Kırca’nın sarhoş taklidi ve Nejat Uygur’un “basdırnağına” tarzı kelime oyunlarından öteye geçmesiydi. Bir ölçüde oldu da ama... İşte aması var. Leyla ile Mecnun’u kavuşturamayan Burak Aksak’ın İsmail Abi gemiye binip gitmeden, Erdal bakkal kapanmadan, Yavuz hırsızlıktan vazgeçmeden acilen yeni formüller de bulması gerek. Sette şöhretin tadı alınınca yükselen tansiyonu ve egoları da dengelemesi lazım. Dizideki kara mizah gibi, gariptir, yönetmen Onur Ünlü bir röportajda ettiği şu cümlesini hatırlar mı acaba? “Ben çok fazla önemsemiyorum şiddet meselesini. Şiddet karşıtı bir insan değilim. Şiddet yanlısı birisi de değilim. Ama birisi birisine kızdıysa, onu dövmek istiyorsa, bırakalım dövsün yani. Hani ona müdahale edemeyiz.” Veyahut enseleri de çok karartmayalım. Belki de sıkıntı Onur Ünlü’nün Polis filmindeki Haluk Bilginer’in meşhur repliğinde saklıdır: “Şiddete meyallim vallahi dertten.”
HT PAZAR
Leyla ile Mecnun’a ne oldu?
Leyla’nın diziden gitmesinin ardından Mecnun’a yeni bir Leyla aranıyor...