Türk hükümeti ile Atlantic Council Dinu Patriciu Eurasia Center işbirliğinde, çok sayıda bölgesel ve uluslararası kurum ve kuruluşun desteğinde düzenlenen 3. Karadeniz Enerji ve Ekonomik Forumu'nun açılışında konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye'nin refah ve huzurunu, Türkiye'nin refah ve huzuruyla eşdeğer olarak gördüklerini, bu amaçla acilen huzur ve istikrarın tesis edilmesi için gayret gösterdiklerini belirtti.
Erdoğan, ''Hiç şüphesiz, gerek Suriye'deki, gerek genel olarak Ortadoğu'daki sorunlar, lokal, bölgesel sorunlar değildir, küresel sorunlardır. Dolayısıyla, enerji arz güvenliği adına olduğu kadar, küresel refah, huzur, dayanışma adına, bölgede yaşanan trajediyi görmek, çığlıkları işitmek ve akan kanın durması için acilen tedbirleri almak zorundayız'' dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mısır, Tunus ve Libya'da yaşanan acıların Suriye'de de yaşandığına dikkat çekerek, "Yeterince petrole sahip olmadığı için, Suriye Libya kadar yankı uyandırmıyor olabilir. Ama bilmenizi isterim ki, Libya'da ölenler ne kadar insansa, ne kadar cansa, Suriye'de öldürülenler de o kadar insandır, o kadar candır. Libya için iştahlarını kabartanların, Suriye'deki katliamlar için sessiz ve tepkisiz kalması, insanlık vicdanında tamiri zor yaralar açmaktadır" dedi.
''Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da son yaşadığımız gelişmelerin ışığında, esasen, küresel ekonomiyi ve enerji arz güvenliğini yeniden konuşmak, yeniden müzakere etmek takdir edersiniz ki artık kaçınılmaz hale gelmiştir'' diyen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"Asya’nın en uzağındaki bir ülkede yaşanan sorunlar zincirleme olarak en batıdaki ülkeleri etkileyebiliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler dünyanın her ülkesini etkiliyor. Enerji de dünyadaki her ülke birbiriyle iletişim ve etkileşime girmiş durumda. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler ışığında küresel enerjide arz güvenliğini yeniden konuşmak, yeniden müzakere etmek kaçınılmaz hale geldi. Hepimizin bildiği gibi Karadeniz bölgesini de içeren Avrasya bölgesi içerdiği petrol, doğalgaz ve maden rezervleri açısından dünya enerji piyasalarında son derece önemli bir konuma sahip. Gerek üretici, gerekse tüketici hatta transit ülkelerin bir arada olduğu Avrasya bölgesi küresel enerji arz güvenliğinin önemli bir unsuru. Yani bunu üretici, transit ve tüketici olarak değerlendirdiğimizde üç unsurunun olduğunu kabul etmek durumundayız. Enerji kaynakları açısından zengin ülkelerle bu kaynakları tüketen ülkeler arasında tabii bir köprü konumunda olan Türkiye bu kaynakların transitinde de önemli rol üstlenmiş durumda. Gerek doğu-batı gerekse kuzey-güney ekseninde birçok stratejik projeye de ev sahipliği yapıyor. Libya’da yaşanan acı hadiseler bize çok önemli dersler verdi. Ülkelere ve halklara sadece yer altı kaynakları noktasından bakanlar, sadece petrol zaviyesinden bakanlar çok büyük hayal kırıklığı yaşayacağı gibi tarifi mümkün olmayan acıların da yaşanmasına da zemin hazırlar.
Ne yazık ki kriz sürecinde birileri Libya’ya baktığında sadece ve sadece petrol kuyularını gördü. Maalesef Libya’da insan unsuru göz ardı edildi. Libya’da yaşanan acılar görmezden gelindi. Libya için demokrasi, Libya için temel insan hak ve hürriyetleri bir lüks olarak değerlendirildi. 20. yüzyıl otoriter rejimler eliyle enerji arz güvenliğinin garantiye alındığı, ancak insan unsurunun ihmal edildiği bir dönemdi. 21. yüzyılda bu acımasız sistemin yürümeyeceğini dünya artık anlamak durumundadır. Tek tek ülkeler, halklar ve insanlar dikkate alınmadan, insana insan olduğu için değer verilmeden, küresel ekonominin refaha ulaşamayacağını, enerji arz güvenliğinin sağlanamayacağını ve küresel barışın tesis edilemeyeceğini dünya görmek zorunda.
Son küresel ekonomik krizin dünyaya verdiği en büyük ders de aslında budur. Burada şu hususun özellikle altını çizmek durumundayım: Libya, Mısır ve Tunus acılı ve sancılı bir dönemin ardından yeni ve farklı bir geleceğe doğru yol almaya başladı. Yasemin Devrimi ve hemen ardından Tunus seçimleri yapıldı. Tunus’ta şu anda yeni bir demokratik dönem başlıyor. Bu ay sonu itibariyle Mısır’da seçimler yapılacak. Bunun birkaç safhası. Temenni ediyorum ki Mısır’da da halk iradesi artık iktidarda yerini bulacaktır. Önümüzdeki hafta Libya yeni hükümetini açıklayacaktır. Libya’da da yeni hükümetin açıklanmasıyla birlikte yeni demokratik sürece geçişin adımları atılacaktır. Benzer sancının ve benzer acıların Suriye’de yaşandığına da şahit oluyoruz. Suriye, enerji kaynakları noktasında yeterince zengin bir ülke olmadığı için dünya kamuoyunda yeterince dikkat ve hassasiyetle izlenmiyor olabilir. Yeterince petrole sahip olmadığı için Suriye Libya kadar yankı uyandırmıyor olabilir. Ama bilmenizi isterim ki, Libya’da ölenler ne kadar insansa ne kadar cansa, Suriye’de öldürülenler de o kadar insandır o kadar candır.
Libya için iştahlarını kabartanların, Suriye’deki katliamlar için sessiz ve tepkisiz kalması insanlık vicdanında tamiri zor yaralar açmaktadır. Hiç şüphesi gerek Suriye’de, gerekse Ortadoğu’daki sorunlar lokal, bölgesel sorunlar değil küresel sorunlardır. Dolayısıyla enerji arz güvenliği adına olduğu kadar küresel refah, huzur, dayanışma adına bölgede yaşanan trajediyi görmek, çığlıkları işitmek ve akan kanın durması için acilen tedbirler almak durumundayız. Suriye konusunda, insani boyut dışında hiçbir kaygı taşımıyoruz. Bizim 910 km sınırımız. Akrabalık ilişkilerimiz var. Bu kadar içli dışlıyız. İleri derecede dostluk ve arkadaşlıklar geliştirmiş bir başbakanım. Ama insan sözkonusu olduğu anda biz her şeyi bir kenara koyarız ve koyduk. Çünkü yaklaşımlarımız karşılığını bulmadı. Suriye’nin refah ve huzurunu kendimizin Türkiye’nin refah ve huzuruyla eşdeğer olarak görüyor, bu amaçla acilen huzur ve istikrarın tesis edilmesi için gayret gösteriyoruz. Bakınız, Esad yönetimine son 9 yılda bir an önce reformları gerçekleştirmesi için yoğun öneri ve tavsiyelerde bulunduk. Çünkü hep bize şunu sordu: Siz Türkiye’de ne yaptınız da böyle bir noktaya geldiniz. Biz de onlara Türkiye’deki demokratik, laik hukuku devleti yapısını saatlerce oturup anlattık. Hatta onlara, “gönderin partinizin mensuplarını, nasıl bir parti çalışması yapıyoruz, bunu da anlatalım” dedik.
Hatta hatta kısmen de bunu yaptılar. Ama devamlılık arzetmedi. Bu samimi işbirliğimiz maalesef karşılık bulmadı. Ne var ki reformlar geciktirildiği gibi verilen sözler de tutulmadı. Toplumdan yükselen tepkiler dikkate alınmadı. Şu anda da sadece Türkiye’nin değil birçok ülkenin ve Arap Ligi başta olmak üzere birçok kuruluşun uyarılarına rağmen Suriye’de maalesef kan akmaya devam ediyor. Biz Türkiye olarak çözüm üretici uyarılarımızı yapmaya devam ediyoruz. Suriye’nin istikrarını bölgenin istikrarıyla eşdeğer olarak görüyor, bölge ülkelerine de konuya hassasiyet göstermeleri noktasında çağrılarımızı yapıyoruz. Suriye halkıyla bizim ayrı düşmemiz sözkonusu değil. Suriye ile birlikte bölgesel istikrar ve enerji arz güvenliği noktasında önemli olan bir başka konu da Irak’tan ülkemize yönelen terörist saldırılar. Türkiye’de ekonomik büyüme istikrarlı şekilde seyrederken, demokratikleşme noktasında ciddi ve tarihi nitelikte adımlar atılırken eşzamanlı olarak terörist saldırılar da yoğunlaştı. Ne yazıkki terörle mücadele konusunda da Türkiye, dünyadan yeterli desteği alamadı. Diplomatik çabalarımızdan sonuç alsak da bazı Avrupa ve bölge ülkelerinin bu hassasiyetimizi paylaşmadığını görüyoruz. Bu toplantı vesilesiyle Türkiye’ye yönelik terörist saldırıların insani boyutla birlikte bölgesel ekonomi ve enerji arz güvenliğine ciddi bir tehdit teşkil ettiğini hatırlatmak isterim.
Ülkemiz yalnızca transit olarak değil, aynı zamanda önemli bir tüketici olarak da küresel enerji ilişkilerinde ön plana çıkmaya başlamıştır. Küresel krize rağmen Türkiye 2010 yılında yüzde 9, 2011 yılında ikinci çeyreği söylüyorum, yüzde 8.8 büyüyerek dünyada ilk sıralarda yer almıştır. Hedefimiz 2023 yılında 2 trilyon dolarlık milli gelirle, dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmasıdır. Bu hedefe paralel olarak ülkemizdeki enerji talebinin de yıllık yüzde 6-7 oranında artacağını bekliyoruz. Enerji politikamızda temel hedefimiz, çevreye en az olumsuz etkide bulunacak şekilde enerji arz güvenliğinin sağlanması ve bu politikanın daha da güçlendirilmesidir. Bu doğrultuda kendi enerji kaynaklarımızı ve enerji bileşenimizi geliştirmeye, yenilenebilir ve nükleer enerjiyi yaygınlaştırmaya yoğunlaşmış durumdayız. Aynı şekilde ithal etmek durumunda olduğumuz enerji kaynaklarının temininde güzergah ve kaynak çeşitliliğine de önem veriyoruz. Başta hidro-enerji olmak üzere yenilenebilir enerji çeşitliliğinin tamamını kullanabilmek için son yıllarda yatırımlarımızı hızlandırdık. Yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektriğin toplam elektrik üretimimzde halen yüzde 20 civarında payı gerçekleştiğini, 2023 yılında ise yüzde 24 seviyesine çıkarmayı hedefliyoruz. Bizim için diğer bir alternatif kaynak nükleer enerjidir. Nükleer enerjinin iklim üzerinde artık yeni teknolojilerle herhangi bir olumsuz etkisinin bulunmaması bu kaynağa yönelmemizin önemli nedenlerinden biridir. Ayrıca nükleer enerjiden yararlanılmaya başlanması, ithal edilen hidrokarbon enerjiye olan bağımlılığımızın azalması yönünde de olumlu bir etki oluşturacaktır. Nükleer enerji projelerini yürütürken uluslar arası düzeyde kabul edilen en ileri nükleer güvcenlik standartlarını uygulayacak ve şu ana kadar olduğu gibi bu alanda da ilgili kurumlarla en yakın şekilde işbirliğini sürdürmeye devam edeceğiz. Nükleer güvenlik alanında daha etkili işbirliği yollarının araştırıldığı tüm çalışmalara Türkiye tarafından aktif ilgi ve katkıda bulunulduğunu vurgulamak isterim. Türkiye’de hayata geçirilmesi planlanan nükleer enerji projelerinde, hiç kimsenin en ufak kuşkusu olmasın, güvenlik en öncelikli konuyu teşkil edecektir. AB üyesi 27 ülkede yer alan toplam 147 nükleer santrale uygulanmasına karar verilen stres testlerini ülkemizde ileride inşa edilecek nükleer santrallerde gönüllü olarak uygulamayı kabul ettik.
Bu şekilde diğer uluslararası güvenlik standartlarının yanı sıra, AB tarafından tespit edilen güvenlik önlemlerinden de faydalanmayı amaçlıyoruz.
Türkiye’de BTC, Bakü-Tiflis-Erzurum., Kerkük-Yumurtalık gibi enerji zengini bölgelerdeki kaynakları dünya pazarlarına ulaştıran petrol ve doğalgaz boru hatları geçiyor. Dolayısıyla transit bir ülke olma özelliğimiz çok çok büyük ve güçlü. Bunlara ilaveten Türk boğazlarından yaklaşık 150 milyon ton petrol geçerek dünya pazarlarına ulaştırılıyor. Burada dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bu elbette bir çevre tehdididir. İklim noktasında hassasiyet gösteren dünya, özellikle çevre tehdidi noktasında böyle bir tehdidin altında olan güzel İstanbul’umuzun, ülkemizin konumunu da herhalde masaya yatıracaktır. Türk boğazlarında giderek artan tanker trafiği, İstanbul halkı, boğazlardaki seyrüsefer güvenliği, çevre, kültürel ve tarihsel varlıklarımız için büyük bir tehdit oluşturmaya devam ediyor.
Her ne kadar İstanbul Boğazı’na paralel bir kanal, yani Kanal İstanbul projesini planlamış olsak da, devasa büyüklüğüyle bu projenin belli bir zaman alacağı da yadsınamaz bir gerçektir. Tanker trafiğinin oluşturduğu tehlikenin bertaraf edilmesi amacıyla, boğazların kullanılması yerine by-pass boru hatlarına ağırlık vermek zorundayız. Türk boğazlarında meydana gelmesi yüksek bir kaza riskine karşı İstanbul halkını, kentin kültürel varlıklarını ve ekolojisini korumak Türkiye’nin en doğal hakkıdır. Benzer şekilde Türk boğazları üzerindeki trafiği artıracak LNG hatları yerine by-pass niteliğindeki doğalgaz boru hatlarının yapılmasını da destekliyoruz. Avrupa’nın enerji arz güvenliği için Türkiye olarak önemli sorumluluk yüklenmeyi arzuluyoruz. Doğalgazda Avrupa’ya dördüncü bir arter oluşturmak, hedeflerimiz arasında. İşte bu amaçlarla Güney Gaz Koridoru’nu hayata geçirmeye büyük önem veriyoruz. Güney Gaz Koridoru’nun gerçekleşmesi Türkiye açısından olduğu kadar AB’nin enerji güvenliği bakımından da önem taşıyor. Ülkemiz başta Nabuco olmak üzere Türkiye üzerinden geçecek tüm Güney Gaz Koridoru projelerini desteklemeye devam edecektir. Burada üzerinde ısrarla ve önemle durmak istediğimiz bir konu Şahdeniz Faz-2 kapsamında elde edilecek doğalgazın 6 milyar metreküplük bölümünün Türkiye’ye satışı, 10 milyar metreküplük bölümünün Türkiye üzerinden Avrupa’ya transit taşınmasına ilişkin olarak tüm taraflar arasında mutabakata varıldı. Bu konuda hükümetlerarası bir anlaşma ile detaylı teknik sözleşmeleri 25 Ekim 2011’de İzmir’de değerli dostum İlham Aliyev’le birlikte gerçekleştirdik. Türkiye bu anlaşmalar ile Şahdeniz Faz-2 yatırım kararının alınmasına büyük bir katkıda bulundu. Böylelikle bir yandan Hazar Havzası’ndaki ekonomik gelişmeye diğer yandan da kendimiz ve Avrupa’nın enerji arz güvenliğine önemli katkı sağlamış olduk. Nabuco’nun yanı sıra, Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattı da Güney Kaz Koridoru’nun kaydadeğer halkalarından birini oluşturuyor. 2007 yılında tamamlanan Türkiye-Yunanistan gaz bağlantısının yanında İtalya bağlantısının da öngörülen süre içinde tamamlanmasını umuyoruz.
Enereji bir rekabet unsurundan çok, artık gelişen dünyada bir işbirliği unsuru olmalıdır. Enerji meselelerinin artık bir tehdit unsuru olarak görülmemesi gerekir. Ve enerjiyi dünya barışına katkıda bulunacak en önemli unsur olarak sunmak bizim dünya barışına sağlayacak en büyük katkı olacaktır."